GÖKYÜZÜ ASLINDA NE ANLATIR?
Ne çok şey düşünüyor, bir yandan da ne kadar da çok şey tecrübe ediyoruz değil mi şu günlerde? Sanki gece birlikte yatıp yine beraber uyandığımız zihnimizdeki o düşünce kalabalığı yetmiyormuş gibi... Bir yandan ruhsal açlığımız, zihnimizdeki akışa bile yabancı kalan öz benliğimiz, hedeflerimiz, isteklerimiz ve “keşke”lerimiz… Bizim dışımızda olan mı bu radikal değişikliğin sebebi? Hayır, aslında hemen kabul etmesek te aslında değişen bal gibi de kendimiziz...
“Keşke”lerimiz... Her sürecin bir sorumlusu olduğu gibi hiçbir şeyin evren yasasının dışına çıkamadığını unutmayın. Hedeflerin aslında hayallerimizden öte korkularımızdan uzaklaşmak için bir kaçış da olabileceğini bilin. Hayatta hiçbir şeyin tekrarı yok düşüncesi aklımızın hep bir köşesinde olsa da, zaman ve olaylar farklı adreslerde bizi yine benzer duyguların içine atıyor. Başarı kelimesine olan aşkımız ise her geçen gün ulaşılmaz bir hal alıyor!
Peki neydi başarı? Batıda başarı statü ve yenilik olarak algılanırken, Avrupa’da konfor ve lüks olarak ele alınıyor. Çin’de üretim üzerine farkı yaratma girişimleri başarıya karşılık gelirken, Ortadoğu’da itibar ve güç başarının ta kendini olarak görülüyor. Sınırların içinde bile farklı algılanan başarı gökyüzünde ise sınırsız bir tanımı üstleniyor. Yeryüzündeki insanlık evreni keşfetmeye çalışırken, uçsuz bucaksız uzayın derinliklilerinde başarının sınırsızlığına da meydan okuyor, imreniyor aslında. İçimizdeki sevgiyi dünyanın dışında ararken, aradığımız şeyin soyut fedakârlıklar olmadan şekillenmeyeceğini anlamak için belki de büyümek lazım. Her ne kadar büyümek için Uranüs’ün dönüştürücü gücünden ilham almaya çalışsak ta…
Evrenin paha biçilmez enerjisini hayatlarımıza katarak biçimlendirmeye çalışırken, kadim bilgelerin neyi referans aldığını iyi gözlemlemek lazım. Gezegenlerin mitolojik hikâyesi belki bildiğimiz doğrulara çok uzak düşebilir. Var oluşun bir açıklaması var ise, bu hikâyelerinde belli olgulara hizmet etiğini unutmayın. Tarihi çoğumuz objektif değerlendirmekten uzağız ama geleceğin ve insanlığın gelişiminin devam edeceğini, evrende başka yıldızlarında olduğu da bir gerçek. Bize düşen ise belli kalıplara sadık kalırken, kendimizi aramaktan ve geliştirmekten , farklı metotları denemekten asla vazgeçmemek olmalı. Bir insanın olağan üstü yetenekleri sahip olduğunu varsayarken, gök kubbedeki yıldızları hiçe saymamanızı öneririm. Değişen dünyada, devamlı başarı ve keşfetme üzerine kurulu psikolojilerde geçmişteki medeniyetleri bulmak veya sonsuzluğu keşfetmek an meselesi iken, zihninizdeki sınırları kaldırmanızın vakti geldi demektir. Dünyayı sarsacak keşiflerin döngüsünden geçerken insanlık, tarihe de vurgu yapacaktır muhakkak!
Bilim dünyasındaki ilerlemelerin ışığında gerçekleşen gezegenlerin keşifleri ile değişen konjonktürü şöyle açıklayayım kısaca;
Uranüs
13 Mart 1781 tarihinde İngiliz Sir William Herschel tarafından keşfedilmiştir. Uranüs var olan gezegenlerin dışında, yeni olarak keşfedilen ilk gezegendir. Bu gezegenin keşfiyle Fransız Devriminin gerçekleştiği tarihlere rastlar. Ayrıca bu tarihlerde henüz bir ülke misyonuna sahip olmayan Amerika’nın Amerika Birleşik Devletleri olmak adına attığı ilk adımlar yine bu tarihlerde gerçekleşir. Uranüs’ün ruhuna uygun olarak Amerika’daki hareketlenmeler monarşi ile yönetime karşı çıkan, halkı temsil eden bir demokratik yönetime geçilmesini destekleyen kalabalığın artmasıyla başlangıç yapar. Anarşist fikirlerin ortaya çıktığı, kaotik bir enerjinin döneme hakim olduğu ve devrim rüzgarının estiği bu dönem Uranüs’ün keşfiyle paraleldir.
Tarım ve hayvancılıkla geçimini sağlayan toplum düzeninde önemli bir devrim yaratan Sanayi Devrimi de bu dönemde gerçekleşmiştir.
Neptün
23 Eylül 1846 tarihinde İngiliz John Couch Adams ve Fransız Urbain Le Verrier tarafından keşfedilmiştir. Neptün’ün temalarından olan uyuşma hissine uygun olarak bu tarihlerde Amerikan dişçi Dr. William Thomason Green Morton tarafından ilk kez bir insan üzerinde diş çekimi sırasında ilk kez eter kullanılmıştır. Yine aynı tarihlerde protez bacak üretimi Benjamin Plater tarafından başlatılmıştır.
Baskın sistematik felsefeye karşı olarak egzistansiyalizm ( varoluşçuluk) akımı doğmuştur. “Varoluş özden önce gelir” anlayışına dayalı bu akım, soyut dayanaklara sahiptir. Marksizm akımının da güçlendiği bu dönemde Komünist Manifestonun yayınlanması Neptün’ün keşfinin ardından gerçekleşir. Amerika’da ve belli Avrupa ülkelerinde ruh’un manevi bir unsur olarak varlığını temel alan spiritüalizm (öte alemcilik, ruhçuluk) din olarak kabul edilmiştir.
Plüton
Clyde Tombough tarafından 18 Şubat 1930’da keşfedilmiştir. Plüton’un keşfiyle petrol ve yan ürünlerinin kullanımı yaygınlaşmış, psikolojide çığır açan gelişmeler kaydedilmiştir. Astrolojide gizli güçlerin, açığa çıkmamış enerjinin temsilcisi olarak kabul edilen Plüton’un keşfinin ardından atom ilk kez parçalarına ayrıldı. Kapitalist propagandayı ve tüketim toplumunu pekiştirmek amacına hizmet etmeye başlayan ilk televizyonlar ise Plüton’ün keşfinin ardından ortaya çıktı. Nükleer fizikteki ilerlemeler ise ilerleyen yıllarda yine Plüton’un sert bir etkileşim içerisinde olduğu bir döngüde Hiroşima felaketine yol açacaktır...
Son olarak;
Eski çağlardaki kavim bilgeler gökyüzünün yeryüzü ile bir ilişkisi olduğunu hatta bu ikisinin bir bütün olduğunu düşünürlerdi. Gök kubbenin zaman diliminde Güneş ve Ay’a dair hesaplamalar esas alındığı tarihten diğer gezegenlerin keşfi ile yıldızların iz düşümleri ve uzay boşluğunun varlığı göz önüne alınarak hesaplamaların yapıldığı bu güne, natal haritalar kişilerin ilk nefes aldıkları andan yola çıkarılarak hesaplanmıştır. Ephemeris, gezegenlerin hareketlerini ve sizin yıldızların altından neler hissettiğinizi de anlatır.
Unutmayın gök kubbede ne oluyorsa, yeryüzüne de o yansır...
Yeryüzünde ne oluyorsa, gök kubbeye de o yansır.
Yazının tüm hakları saklıdır.
13.02.2016
Astrolog Zeynep Turan
