Sırtımıza mantığımızı yüklemiş, gövdemizde duygularımızın ağırlığı ile başlangıç noktalarından bitiş çizgilerine doğru yol alırken, hissi kayıplarımıza yas tutmayı bile unutur olduk. Unuttuklarımıza üzüldük mü? Hayır! Aksine unutulanları unutturanlara bağladık, hayatı umursamazlıkla suçladık.
Yorgunuz dedik, yorgun savaşçı ilan ettik kendimizi. Yitik bedenlerin uçurumun kenarında terk-i diyar eyledikleri kayıp sevgilerin, umarsızca aşağı yuvarlanışına şahit olduk da ne sessiz çığlıklarını duyabildik ne de boşlukta seyir haline geçmiş bu vücutlarımızı fark edebildik. Her birimiz hayat denilen sınavda vicdan sorularına boş gözlerle baktık ve kalpsiz bedenlerimizin soğukluğundan titreyen ellerimiz, cevap kutucuğunda yanlış tercihler yaparken, aldırış dahi etmedik.
Algılarımız duygularımızı köreltirken, dayatılan mantıklara karşı savunmaya geçemedik, duygularından arındırılmış düzenin kölesi olduk. Peki, neden kayıplarımıza sahip çıkmadık, çıkamadık? Sözde sevmekten, sevilmekten beslenen ruhlarımızı neden bir damla sevgiden mahrum bıraktık?
Yutkunduk, sevgimizi bir lokma ekmeği yutkunur gibi yutkunduk ve bir bardak dolusu öfkeyle boğazımızdan aşağıya ittik. Kızgınlık, acımasızlık, sevgisizlik, merhametsizlik, saygısızlık ve daha nice kalp boğucu yürek dağlayıcı hissiyat, su gibi nüfuz etti iliklerimize, kemiklerimize. İnsan sevgi arayan varlıkken, onu sevgisizlikle terbiye etmeye çalışıp, en büyük haksızlığı biz kendimize yaptık ve en ağır cezayı biz yine kendimize kestik.
Küçük düşlerimizi büyük şehirlerin topraklarında yeşertmeye çalıştık, âşık olmayı hayal ettik, dostluklar kurabileceğimize, umarsızca güvenebileceğimize inandırdık kendimizi. Ama kayıp insanlığımız ekip biçemezken, yitirilmiş duygularımız da kökünden kuruttu düşsel tohumlarımızı. ‘Artık çok zor’ dedik ve belki de bıraktık mücadele etmeyi.
Biz ki fırtınalı havaların ardından gelen güneşin tenimize değdiği o ilk anda hissettiğimiz sıcak ürpertiyi beklediğimiz gibi bekleriz zor günlerin geçmesini. Her daim savruluşların, yok oluşların ardından geri dönüşlerin, yeniden dirilişlerin varlığına inanırız. Kim bilir, ölü bildiğimiz ve hatta arkasından rahmet okuduğumuz duygularımızı, belki de celladı olan büyük şehirlerin eline teslim etmeye mecbur edildik.
Ki o duygular biz insanlığımızı yitirdik diye sızlanırken, gün gelir döner geri, gösterir yüzünü. Hazırdır belki de kollarını açıp yüreklerimizi sıkıca sarmaya, nefesimizi yeniden dirilirmişçesine, kesip bize en derin nefesleri aldırmaya. Bilir miyiz o zaman kaybettiklerimizin kadrini, kıymetini? Hala bir ümit ‘neden olmasın’ diyorsak, kim bilir belki de büyük şehirlerde kaybetmemişizdir insanlığımızı ve yitirmemişizdir duygularımızı…
Astrolog
Zeynep Turan
Yazının tüm hakları saklıdır.
17.08.2015