DÜNYADA NASIL BİR İZ BIRAKMAK İSTERSENİZ O OLURSUNUZ.
Kimsenin sizi anlayamadığı duyguların içinde misiniz? Birileri içinizden geçen ne varsa bir çırpıda anlasın mı istiyorsunuz? Belki de yaşadığınız duygusal iniş çıkışların, karmaşaların arasında ne istediğinizi siz de bilmiyorsunuzdur! Dünya günbegün bir kaosa sürüklenirken mesele çelik gibi duygularınızın olması değildir. Çünkü çelikleşmiş duygular, hassasiyeti yok etme gücünü de içinde taşırlar.
‘Mış’ gibi yaşıyoruz!
Dünyanın dili değişirken, değişirken baştan uca ne varsa daha en başından dinlemelisiniz kendinizi. Sanmayın ki mesele tamah etme meselesi! Asıl mesele kalbi besleme meselesi! Buna özüne inme de diyebilirsiniz. Kolay değildir birinin özüne kavuşması. Varıyla, yoğuyla bütünleşmesi. Oysa insan en çok kendini unutuyor bu yüzyılda. Kendiyle bile uzun uzun konuşamazken gerçek kendi ile başkalarına anlattığı arasında uçurumlar giriyor. Hayır demeden önce durun ve biraz düşünün. ‘Dertlerinizi hafife alanlardan, öncelik beklediği halde size öncelik göstermeyenlerden, özür dilemeyenlerden uzak durun demiştim size hatırlarsınız. Ay tutulmaları, kalp tutulmalarıyla bunu 49 günle sınırlamıştım üstelik. Bu uzak durun uyarıma; hepten yalnız kalırız diye cevap verenlerin sayısını düşününce ‘mış’ gibi yaşıyoruz demeden edemiyor insan.
Sevinçlerimiz bile yarım kalıyor
Evet, doğru okudunuz. Mış gibi yaşıyoruz! Biraz yapay, biraz yavan, onaylanmak, kabul görmek isteyen bakışlar için hayatımızı heba ediyoruz. Hiç yere! Hep bizi dinlesinler, istediklerimizi söylesinler derdine düşerken dinlemek şöyle dursun duymuyoruz bile! Her birimiz bir şekilde birbirimizin dertlerini hafife alıyor, görmezden geliyoruz. Ne tuhaf, ne üzücü ki sevinçlerimizi de birbirimizin kursağında bırakıveriyoruz. Durmamız gereken yeri bilmiyor, kendimizi her konuda her sözü söylemede haklı görüyoruz. Başkalarının hayatından açıklar bulup her köşeden konuşuyoruz. Özür dilemeyi bir türlü beceremiyoruz. Tüm bu yaptıklarımızla aslında kendimizi, öz saygınlığımızı yerle yeksan etmeye başlıyoruz yavaş yavaş ve en derinden.
Neden birbirimizi bu kadar hafife alıyoruz? Başkalarının acı çekmesi, zor durumda olması bizi daha üs bir seviyeye mi çekiyor? Derdimiz önemsenmek mi? Hiç mi önemsemediler bizi? Belden aşağı vurmalar, saf olanla alay etmeleri aradan cımbızlamayı zekâ pırıltısı zannetmeler niye? Naçizane cevap vereyim; sevemiyoruz çünkü korkuyoruz. Aşksız, sevgisiz, güvensiz, ekmeksiz ve susuz yaşarcasına yaşıyor bir de üstüne çok mutluyum, çok biliyorum havalarına bürünüyoruz. İsyan ederek şifa aranır mı? Ne yazık ki şifamız isyanımıza karışıveriyor yakıp yıkmalarla. Düşünün ki meditasyondan, yogadan çıkıp birbirinin üstüne araba sürenlerin olduğu az rastlanan bir toplumuz. Bir düşünmek lazım, değer mi böyle yapmaya şu kısacık ömrümüzde.
Peki, ne yapmalıyız?
Her şeyden öte özgürleşmek gerek. Kafalarımızdaki kalıplardan, bizi sıkıştıran dayatmalardan kurtulmak, korkulardan arınmak gerek. Aşk özgürlük verir mesela sadece korkudan dem vurmaz. Annenizden doğduğunuz andan itibaren bir acizlik sarar belki bütün bedeninizi ama ne olursa olsun insan geçtiği yeri daha iyi yürür. Gerçek aşkta neymiş deyip geçmeyin! Size prangaları getirmez sadece bir de kalbinizin kanatlandığını hissedersiniz. Zaten işte tam da böylece bölünmez insan. Yaşarsınız sonuna kadar tıpkı Ay tutulması gibi. Öyle ki kalp de nefes de tutulur. Aşkta egoistlik vardır, kıskançlık vardır, uçsuz bucaksız denizlerin yanında bir kaşık suda boğulmak vardır.
Kalbinizi, aklınızı, ruhunuzu özgürleştirmekten korkmayın.
Atomu parçalayacak dertler vardır dünyada. Kimi ölüm kimi lanet der! Bu devrin havasında da suyunda da senin bu söylediklerin yok diyenlere, sevemeyeceğini zannedenlere selam olsun. Kalbimiz bin parçaya ayrılmışları yanına alarak bir gün bu dizelerde görüşürüz der geçeriz. Aşktır o aşk! Her kalp bir gün içinden geçecek büyük bir bölünme gibi hissedecek. Tabi talih bu ki gün gelecek herkes kalbinin rengi gibi sevecek. Sevecek ancak seven ile sevilen her zaman denk gelmeyecek. Allah’ın lütfudur bu cihanda denk gelip aynı yöne bakmak, diz dize olmak, aşkla, çıkarsız sevmek ve bu dünya evinde yürümek. Orası ki tüm ezberleri bozduran, açılmaz denilen kapıları açan, güneş gibi ısıtan ve aydınlatan bir yer. Bu devranda çıkarsız, zamansız, hatırsız bir ilişki kurulmuyorken, selam bile verilmiyorken bizler sevmekten, iyi günden ve kötü günden bahsediyoruz.
Eğer özgürleşmek istiyorsanız, kalbinizi birinin avuçlarına bırakarak, bu devranın kötülüklerine inat güzele doğru koşmalı, iyi olan için harekete geçmelisiniz. Geriye dönüp baktığınızda bu hayatta nasıl izler bırakmak istersiniz bir düşünün. Sanmayın koca evrende ne önemli ne de önemsiz olduğunuzu. Göçüp giderken bu dünyadan nasıl anılmak istediğimiz önemlidir. Güzel işler yapmak, güzel örnekler oluşturmak, iyiliklerle donatmak etrafımızı, bu dünyayı sonraki nesiller için yaşanır kılmak gerek. Bencilliklerden arındığımızda, sevgiyle, nezaketle, şefkatle baktığımızda etrafımıza, önyargılarımızı bıraktığımızda bir kenara, öğrendiğimizde evrenin gizlerini, bilgilerini, bir güneş gibi parlayacağız.
Astrolog Zeynep Turan
Yazının tüm hakkı saklıdır.
29.05.2019