Mutsuz Giden Bir İlişki
“Her şey tamam ama ilişkimde belirsizlik var! “ diyenlerden misiniz? O zaman toplanın size söylemek istediklerim var. Dönem öyle hızlı ve akışkan ki her şey yolunda gidiyor demek çok iddialı bir yaklaşım olur. Aslında sorunları ve ardından gelebilecek sorumsuzlukları yaratanlar da bizleriz. Çünkü her şeyin ilk günkü tazeliğini koruyacağına kendimizi şartlıyor, bir de ilişkide sorumluluklar arttıkça kaygılanmaya başlıyoruz. Tabii bu kaygılar üç gün sonra yüzümüzde kendini gösteren sivilce gibi ilişkiye mutsuzluk olarak yansıyor! Hani biz böyle anlaşmıştık, böyle söz vermiştik diye başlayan sitemkar konuşmalar ise yüreklerin hiçbirine su serpmez oluyor. Mutsuz giden bir ilişki içinde kendimizi hop diye buluyor, korkularımızı yastık yapıp geceleri yarım uykularla teselli bulmaya çalışıyoruz yarın her şey belki de değişir diye! Halbuki aynı mantıkla baktığımız, aynı dille konuştuğumuz sürece nasıl bugünden farklı olabilir ki yarın? Her şey yolunda giderken bir anda aksilik olduğunu düşünüyoruz kendimizi buna inandırıyoruz. Sorunları olmayan insan olur mu? Bu beni niye rahatsız ediyor diye kendimizi sorgulamak, içimizi kemiriyor öğle değil mi? Niye kendimize gerçek soruları soramıyoruz? Bütün düzen yerle yeksan olur diye mi? Olmuyor mu sanki Zeynep? diyenleriniz olacak. Olmaz mı! diyerek kısa bir cevap vererek konuyu kapatmak da isterdim ama bu gönül işi hiçbir şeye benzemiyor. Her birinizin içinde yanan alevi, endişeyi görür gibiyim. Bu yüzden belirsizliklerin bu dönem nasıl can sıktığının farkındayım.
Yeni bir yol bulmak lazım belki de yeni bir bakış açısı…
Gelelim ilişkilerimize: en can damarımız, nefesimiz, kalbimiz. Huzurlu olmaz isek başımızı yastığa koyarken uykularımızın kaçtığı geceler, rahat etmeyen bir yüreğimiz, kabuslara dönen günlerimiz ve tadı kaçan sohbetlerimiz olacak. Neyin cevabını arıyoruz da bulamıyoruz? Yoksa biz birbirimiz için yaratılmadık mı? Bu soruları soran kalbimiz varken bir anda aklımızın direksiyona geçmesiyle daha farklı bir bir bakış açısına geçip en düz soruları sormaya başlıyoruz kendimize…
Evi var, arabası var, ailesi düzgün, sağlığı yerinde, peki huzur var mı? En kilit cevap ilişkilerin merkezinde yatıyor. Hayatta birçok şeyi kontrol altına alabilirsin ama bir tek karşındakini alamıyorsun. Haydi gemileri yaktın, geride ne kalacak; evini paylaştığın, toplumda karşılaştığın, işte çalıştığın, sorumlu olduğun kişilere karşı her bir şeyi idare edersin de eşine ya da sevgiline konu gelince o iş öyle olmuyor işte… Sahip olmaya alışan mutlu ya da mutsuz olduğunun da farkına varamıyor aslında. Aklın soruyor, kalbin tatmin olmuyor. Kalbinin bulduğu cevaplara aklın yatmıyor. Tabii bu ikilemde de ilişkinin bir güzel canına okumuş oluyorsun. Çünkü senin belki de aynılaşmaya ihtiyacın var. Senin dışında gelişen hiçbir değişikliğe hazır olmadığından kaynaklanıyor da olabilir. Ah ne zor bu işler değil mi? Eskiden gönül ferman dinlemiyordu şimdilerde ise; akıl ferman dinlemiyor. Hal böyle olunca herkesin aklında yatan, herkesin imrendiği ilişkini senin kalbin almıyor.
Ya mutlusun ya mutsuz!
Evli olun ya da olmayın bir ilişkiniz varsa günümüzün en büyük hastalığı olan ‘’belirsizlik’’ hastalığına yakalanmışsın demektir. Neden, nasıl, ne zaman sorularına cevap bulamayan, hayatında her şey yolunda olsa da ilişkisinde belirsizlikler yaşayanlar için durum parasız, hedefsiz insandan daha zor ve umutsuz. Neden? Çünkü aslında her şeyin varken bir yandan hiç yokmuş gibi koca bir boşluk hissi yaşatıyor olması… Kimsenin kolay kolay sahip olamayacağı imkana, şartlara sahip olan kişiler evliliklerinde ya da ilişkilerinde çıkmaz bir sokağa girmiş gibi sürekli yön değiştiriyorlar. Vuslata ulaşmak bu kadar zor olmasa gerek, her şeyi bir çırpıda sahip olmuş, geleceği şimdiden şekillenmiş insanlar neden ilişkilerinde bu kadar mutsuz. Bu dönem abartıyı seviyor, bu da kuşkuyu, güvensizliği, kendinden emin olmamayı tetikliyor. Her şeyden önce rekabeti oluşturuyor. Belki de bu yüzden birçok şeyi elinin tek bir işareti ile yönlendirebilen insanların hayatlarında aşk ısrarla yön bulmuyor, bulamıyor, sonunda gönül bu bulanıyor.
Hayat bu, ders bir.
Demek ki aşk her ne olursa olsun satın alınan, istenildiği gibi yönetilen, elle tutulan, gözle görünen, öyle bildiğimiz saadetin kalesi de değil… İşte, evinin düzeninde, sosyal şartlarında, ailesinde mutluluğu yakaladığını sandığımız insanların bir çırpıda kaybedecekleri mutlulukları olabiliyor.
Kadın ya da erkek fark etmez bu döngüde özellikle sahip olma dürtüsünü ateşleyen bir dönem var. Bu yüzden birileri kovalıyor, birileri de kaçıyor. Evliliklerde son noktaya gelinen saadetin içinde ne mal ne de mülk ne de gösteriş araç olarak işe yarıyor. Bunların hepsi ilk aşamada bir suret, şaşalı yaşamların içinde birer mücevher gibi parlayabilir ama insanın öncelikle ihtiyacı olan eşyadan daha değerli olan duyguları ve düşünceleri var.
Güven olmazsa olmaz, ders iki.
Bir kere içiniz bulandı mı, engin denizlerde, okyanuslara açılan Maldivler ’de yapılan tatilin bir tadı da olmaz. Temel sorun güvensizlik üzerine baş gösterdi mi ne güzel parfümlerin, ne bakımlı hanımların, beylerin namı ortada kalır. Derler ya “güveneyim, huzurum olsun” boş laf değil. Yetersizlik duygusu ile harmanlanan her şeye sahip olma durumu işleri iyice çıkılmaz bir hale getirebilir. Söyle ki; dürtülerini devreye sokmak da işe yaramıyorsa, bu işin içinde kaçınılmaz bir son durak var gibi durur. Ne yardan ne de yarenden vazgeçemeyen bireyler ortalığa dökülür. Günümüzdeki en büyük zaaf bu olsa gerek. Birine yetişememek ya da yeterli olamamak hissini hayatının her alanına yaymak ve bunu ruh haline dönüştürmek.
Sonuç, ders üç.
Ne yaparsan yap, önce kendine güvenmekle başla işe. Sanırım bunun temelinde ne sahip olduğun mevki, ne de sahip olduğun maddi imkanlar var. Sahip olmak derken aslında para ile satın alamadıkların da işin içine giriyor. Bu durum da aslında insanları belli bir özgürlüğe ve sonuca teşvik ediyor. Dürtüler, cinsellik ihtiyacı, farklılık arayışı güneşin altında kalan bir sis bulutu gibi gölgeye hakim oluyor. Gölge insanın içinde yarattığı kendi dünyası olsa gerek. Ne istediğini sormakla başlayarak; anlamak, karşılıklı anlayış, itibar, güven, ego hepsi içinde neye ihtiyaç olduğunu ortaya çıkarabilir. Belki birileri giderken rahatlıkla hoşçakal demek doğru olur, ya da değdiğini düşünen olacaksa mücadele etmeye devam eder.
Aslında sonuç belli; herkes kaybetme korkusu yaşarken aynı zamanda birbirini sahipleniyor. Bu da günümüzde her şeye sahip olurken ilişkilerde daha çok şeyi arzu etmeye sebep oluyor. Mutsuz bireyleri yaratan bu global düzen tek alışverişin gönül kapısına dayanınca pazarlıksız olabileceğini işaret ediyor. İlişkilerde mutluluk her kim olursan ol, hangi statüye sahip olduğunla eşleşmiyor. Kazanan yine mütevazı yaklaşım oluyor. Boşanmaların, ayrılıkların bu kadar şiddetli geçmesine neden olan şey de aslında mütevazı halleri kaybetmekle başlamıyor mu sizce de?
Başka bir ilişkilere dair yazı da buluşmak üzere…
Zeynep Turan
Yazının her hakkı saklıdır.
17.06.2017