ACI
Beğenilmek çok zor artık. Takdir kelimesini anlamını bilmeden büyüyenler var. Bilenler de hatırlamıyor zaten tıpkı bir yabancı gibi. Ölümlere eskisi gibi yaslar yok artık. Çünkü ölüm kendi doğasının dışında gelip buluyor bizi. İç körlüğün yaşandığı bu diyarlarda yazıya biraz daha felsefik başlayayım dedim. Bu yazıyı şikayetlerimden çok gözlemlerimi ve deneyimlerimi aktarmak için yazdım. Kendini anlatamayanlara ya da anlatırken yanlış anlaşılanlara daha çok ithaf ediyor anlatacaklarım. Gelin görün ki birbirimizin asıl derdini anlamadan yola devam ediyoruz. Gerçekten karşımızdaki kişiyi anlamak mı istiyoruz yoksa tek derdimiz anlaşılmak mı?
Kendini bilenden tutunda bilmeyene kadar hiç birimizin normal olmamasını tükenmişlik sendromuna bağlamak devede kulak ata sözünü hatırlatıyor bana…
Peki derdimiz beğenilmek mi takdir görmek mi?
Eskiden bu diyarlarda rekabet vardı. Bu da beğenilmeyi öne geçmeyi tek olmayı aşılardı bize. Halbuki son yıllarda o kadar çok eş zamanlı acılar duyar, görür, yaşar oldu ki toplum olarak ne kadar yıprandığımızı konuşmuyorum bile! Bu durumda altı çizilecek kadar bariz hepimizin yakından gözlemlediği birbirimizin mutluğundan çok mutsuzluğundan sorumlu hale getirmiş olması. Durun hemen celallenmeyin anlatayım. Çünkü yaşadığımız duyguları ifade ederken insanların acısını gözümüze sokma şekillerinden derecelendirdiğimiz gibi, acı çekme şeklinden çıkarımlarda bulunabiliyor hatta sanki bizi inandırmak zorundaymış gibi yargılayabiliyoruz. Hatta insanlar bazen kendilerini ifade edemedikleri durumlarda dahi acı olgusunu kullanabiliyor, nedenini niyesini bilmeden bir başkasının acı çekmesini isteyebiliyor. Bir başkasının mutsuz olmasını isteyerek, mutlu olunmaz. Hayatın şifresi çok kolay, bir başkası için düşünülen aslında kendin için istediğindir.
Umursamıyor gibi gözükmeyeceğiz. Acımızı içimizde yaşamak gibi bir hakkımız olmayacağı gibi, acı çektiğimizi her türlü alanda ifşa etme çabasına düşeceğiz. Duyarlı olmakla, duyarlı görünmek arasındaki farkı çıplak gözle görüyoruz.
Ya da ben 24 saat acı çektim. Şimdi hayata dönmem gerek diyerek kendimizi hayatın ortasına atacağız. Tüm bu duyguları aynı anda yaşayıp, hep bir ağızdan konuşurken göz ucuyla da birbirimizin ne kadar ağladığına bakıp acı yarıştıracağız.
Tartışır gibi görünüp aslında kavga edeceğiz.
İnsan psikolojisi bir kerede sadece bir tek sesi duyarmış ve tıpkı renkleri farklı algılamak gibi her sesi farklı algılarmış. Acı her ne kadar tek gibi görünse de herkesin acıyı duyma şekli de farklıdır. Acıyı kabul etmek gibi kabul etmemek de söz konusu…
Acı!
Acı çekmenin bile aslında daha çok insanların birbirini acıtmaya başladığı bir yüzyıldan geçerken, çok daha fazla fark edilmesi gereken detayların da altını çiziyor. Bu yüzyıl yalnızca insanlığın selfiesini çekmiyor aynı zamanda bile isteye insanlık algısını da köreltiyor. Hem de ne köreltme kirli bilgi hakkındaki yazım dün gibi! Şimdi acının içinde birbirimizi dinlemeden, ilk tepkilerden yola çıkıp kendimizce anlamlandırdığımız davranışları söylemleri yargılıyoruz. O kadar değil deseniz de, en yakın sorunlarımızdan biri edindiğimiz yalan yanlış izlenim ve kirli bilgilerle linç girişiminde bulunmamız. Duyulardan gelen bilgiler kısa dönem hafıza depolarında bile tutulmadığı bu yüzyılda artık her şeyi bir tuşla hisseder hale geldik. Halbuki büyük duygular iyi ya da kötü demeden beyin filtrelerinden geçerek hayata akar ve acıyı demlendirir.
Çığlıkların boğazı düğüm düğüm ettiği, acıdan bitap düşülen günlerde kişi kendi varlığından uzaklaşır ve kendisini dış seslere kapatır. Giden için mi, kalan için mi daha zor olduğuna henüz karar verilemeden, insanın varlığının kaybolduğu ve yokluğunun yüze tokat gibi çarptığı gerçeğiyle yüzleşilir. Bazen her ne kadar beklenen bir kayıp olsa da acıyı zamansız yaşar ve yıpratıcı etkilerini uzun süre hayatımızda taşırız. Bu durum da arka belleğin yaşadığı şok, kalbin acısını henüz zihne ulaştırmamıştır ve zamanla etkisini göstermeye başlayacaktır. Bu yüzdendir ki acıyı yaşayan insanlar şoku yaşadıkları ilk günü ve gündelik hayata geçtiği dönemi farklı hatırlar ve farklı anlatır. Şokta en çok kendisinden bahsederken, daha sonrasında kaybettiği kişiden bahsedebilir. Ya da tam tersi gerçekleşir ve kişi gerçeklikle olan bağlantısını bir süre askıya alır.
Yürek çektiğini bilir de zihnin öyle kolay kabul etmez.
Bilinç illüzyona girip vücudu korumak için adeta bir kalkan oluşturduğunda kişinin hayatındaki konu tamamen değişilebilir. Acıdan önce duyarlı tepkiler veren biri, yaşadığın acıdan sonra hassasiyetini kaybedebilir ya da tepkilerinde aşırılık söz konusu olabilir. Bazı psikolojik bulgulara göre; akıl hastalığı aslında biyolojik bir sorun olmadığı gibi zor sosyal koşullar sebebiyle ortaya çıkan bir ruhsal rahatsızlık olabildiğini iddia ediyor. Tüm bu söylemlerden yola çıkarak; zihin acıyı kolay kolay sindiremiyor ve hayatının belli bir döneminde hatta bazen tamamında aynı acıyı farklı şiddetlerde yaşayabiliyor. Bu durumda, deliliğin çöküntüden çok dönüm noktası olarak yorumlayan uzmanların tezlerini doğruluyor.
Bu nedenledir ki acı üzerine sayfalarca yazı yazılıp, tartışılırken ve kişiler bunu zaman içerisinde deneyimlerken biz acıya sadece pazarladığımızla kalacağız.Acı anlatılabilir mi satılır mı demeyin bal gibi de acının anlatıldığı, satıldığı, pazarlandığı hatta yaşıyormuş gibi hissi yaratılıp önümüze dayatıldı bir dünyadan geçiyoruz bize de bunları belki yaşamak düştü ama algımızı ne kadar açık tutarsak kendi gerçek acımızı o kadar çabuk iyileştirebiliriz.
Astrolog Zeynep Turan
Yazının her hakkı saklıdır.
12.12.2016