GEÇMİŞLE GELECEK ARASINDAKİ KÖPRÜ: ŞİMDİ!
Neredeyim? Nerede duruyor dünya? Samanyolu Güneş’ten kim bilir kaç ışık yıl uzaklıkta? Yeri geldiğinde uzakları yakın yapan insan, Ay’ın karanlık yüzünü keşfeden insan şimdi nereye gidecek? Bitecek mi keşfetmesi insanlığın, geçecek mi sizce kara delikten? Yoksa güneş gün gelecek hiç batmayacak mı? Yazıya bu deli soruları sorarak başlayayım dedim ki başlığa ters düşmesin. Aslında yazının içinde kısa ama öz bir sentez var. Hızlandırılmış ışık hızı ile hareket etmek var. Tıpkı düşüncelerinizle duygularınız arası da ki zaman gibi!
21. yüzyılda alışılagelmiş laflarından birkaç dakikalığına da olsa çıkmanızı rica edeceğim. Şimdilerle kıyaslandığında geriye dönüp bakıldığında ne elli yıl önceki nüfus ne de teknoloji var. Oradan bakmanızı rica edeceğim. Her şey çok daha hızla evrim geçirerek büyürken; diğer yandan insancıl duyguların bittiğini, basit denklemlerden bile uzaklaşan bir yüzyıla girdiğimizi fark etmenin zamanı gelmiştir belki de.
Her şey hızla tüketilirken…
Bu yazıyı hazırlarken yaşadığımız gezegeni anlamak için sadece 1950 yılındaki gökyüzü konumuna gitmekle kalmadım bir de dünya nüfusuna gittim. O yıllarda dünyanın nüfusu 2. 5 milyardı. Evet, doğru okudunuz, şuan ki nüfusun 3 kat daha azı! 70 yılda insan sayısı yaşadığımız gezegende neredeyse 3 kat artmış. 8 milyar insan! Düşünsenize sadece yarısının bile teknolojiden faydalandığını… Günümüzde yemek, içmek, uyumak gibi elzem ihtiyaçlarımızın arasında teknoloji var. Sadece bilgi anlamında değil iletişim, sağlık, eğitim gibi uzayıp giden bir listeden bahsediyorum. Hayatımızın olmasa olmazı olan teknoloji, her geçen gün büyük bir hızla sayısı artan insanlıkla birlikte bir çığ gibi tüketiliyor.
Duyguların bile robotlaştığı bir yüzyıldayız.
Tüm bunlardan hareketle, ilkel çağlarda kalan basit denklemlerin iyice bulunamaz olacağı, hatta unutulacağı anlamına geliyor. Hatta ve hatta insana sevmeyi öğretecek basit paylaşımları yapacak denklemler bile her geçen gün bu yüzyılın altında ezilip gidiyor. ‘Bir gün sen de zengin ol sorunun o olmadığını anlarsın’ sözü bir slogan haline gelecek. Çünkü gelişen teknoloji hızla bölünerek çoğalan insanlık konforunu artırıp Mars’ta nasıl yaşayacağının planlarını yaparken; duyguların da robotlaşabileceğinin haberciliğini yapıyor. Belki de % 30 robotlaşmışızdır. Bunu da yakında hep birlikte analiz edeceğiz. Bu yazıda atağa geçmiş olabilirim, çok ileri yıllara gitmiş ve astrolojideki bilinen o en basit ev sisteminden çok uzaklaşmış olabilirim. Ama hepimiz sağlıkla o günlere varacağız.
Öngörülemez denklemler hayata geçecek.
Nerden bu kanıya vardığımı soracak olursanız; zamanla hızla değişen teknolojiyi işaret ederim. Gördüğünüz üzere zaman hızlandırılmış film gibi akıp gidiyor. Peki, sonra ne olacak? Açıkçası Plüton’un Oğlak burcundan çıkıp Kova burcuna geçmesi, 2023 yılının ön görülemez denklemlerinin bir anda hayata geçirileceğini işaret ediyor. Kastettiğim filmlerde uçan arabalar değil. Ne de olsa Kovayı kulandı teknolojiye sardı yine demeyin. Ruhsal sıçrayıştan belki de insanların bile ön göremediği inançların gelişebileceğinden bahsediyordur. Evrensel dilin bir akım gibi yayılacağından, belki de cepheyi bekleyen askerlere bile ihtiyaç olmayacağından bahsediyordur. Belki de ülkelerin siber alanlarını korumak için toprağın yedi kat altına şehirler kuracağından ya da kurmaya başladığından bahsediyordur. Şunun şurasında 5 yıl kaldı, o yıl da gelir Plüton kova burcuna da geçer diyecek olursanız; hayal gücünüzü biraz daha zorlamak isterim o zaman. Bir de bu işin Neptün’ü var. Daha ağır, daha yavaş hareket eden jenerasyon gezegenlerinin piri Neptün! Şu aralar kendi burcunun tam ortasından geçmeye çalışıyor olsa da aslında 2026 yılında Koç burcuna geçecek. Kendine göre 21. yüzyılın en garip dönemini başlatacak. O da ne demek demeyin. Hızla çoğalarak yaşadığımız gezegeni doldurduğumuzu düşünürsek; takdir edersiniz ki iklimin de canını okumuş olacağız o güne kadar. İşin özü ülkeler ve toplumlar 3. Dünya savaşını çıktı mı çıkıyor mu, siber güvenlik duvarları, yapay zekâlar diye çekişedursunlar, asıl ülkelerin taşınması gündeme gelecek. Evet, doğru okudunuz! İklimin koasundan kurtulmak adına dünyanın bir tarafı farklı bir tarafa göçecek.
Asla pes etmeyin. Duyarlılığınızı kaybetmeyin.
Her geçen gün bireyselleşen, tüketen insan o günler geldiğinde ne yapacak? Dünyayı yöneteler devler, ağır yaptırımlarda bulunsa da denizleri botlarla geçmeye kalkan insan 2026 yılı geldiğinde daha farklı yolar deneyecektir. Gördüğünüz gibi uçsuz bucaksız ön görülemez 2 büyük gezegen hareketi ve basit bir istatistik ile kafanızı farklı yerlere götürdüm. Peki, ne yapalım derseniz; pes etmeyin, yaşayın, derim. Ama kaliteli olsun. Zaman hızlıysa siz de kendinizi konumlandırın önce duyguya sonra hayata!
Yaşamımıza dâhil olanların bazılarından merhameti, sevgiyi, dostluğu öğreniriz, bazılarından ise hiç olmadık yaraları, kötülükleri, yalnızlıkları. Yaşadıklarımız, öğrendiklerimiz, duygularımız bizi biz yapar. Tecrübelerimizle hayatı gerçek bir yaşam haline dönüştürürüz. İşte bunu sağlayabilirsek; şu ara popüler olan hatta ileride yaygınlaşacak olan; eleştirinin linçe doğru giden iletişim dili bizi etkilemez.
Şimdi, tam da şuan; geçmişle gelecek arasında bir köprüdür. Şimdi neyi tercih edersek, neyi seçersek, neye karar verirsek geleceğimiz de ona göre şekil almaya başlar. Elbette ki hayat bizim seçimlerimizden ibaret değildir. Kaderimiz bambaşka etkilerle, bambaşka yollara da girebilir nihayetinde.
Bugünün kıymetini bilmek gerek.
Hayat bazen öyle karmaşık öylesine hızlıdır ki onun sunduğu güzelliklere yetişemeyebiliriz. En kötüsü ise içinde bulunduğumuz anların kıymetini bilememektir. Bazı şeyleri yaşamak için hep yarını bekleriz. Yarının sonu gelmez ne yazık ki. Her yeni günü yeni bir yarına bırakırız. Oysa bugünlerin bir daha geri gelmediği gün gibi ortada değil mi? Peki, bizi şimdilerden, içinde bulunduğumuz anlardan uzaklaştıran şeyler neler? Ne oluyor da zamanımızın kıymetini bilemiyoruz, anlayamıyoruz bir türlü geçen zamanı?
Öncelikle bizi şimdiden, yaşadığımız andan uzaklaştıran noktalara bakmamız gerekiyor. Burada en önemli detay geçmişte yaşadığımız olumsuz durumlar. Geçmişten kurtulamamak, geçmişi sürekli bugüne taşımak bizi yapacaklarımızdan alıkoyuyor. Bununla birlikte gelecek kaygılarımız devreye giriyor. Acaba başarabilir miyim? Ya mutsuz olursam gibi sorularla ya erteliyor ya da vaz geçiyoruz yapacaklarımızdan çoğu zaman. Tıpkı zincirin halkaları gibidir yaşam ve zaman. Bir kaçırdık mı yetişmek zor olur. Bu durum sizi korkutmasın. Bu satırları okuyor olmanızın bir nedeni var. Yaşamın neresinde olursanız olun yeniden başlamak, zamanınızı en güzel şekilde yaşamak için geç değil.
Peki, şimdimizi nasıl değerlendirmeliyiz?
Kendimizi sevmeliyiz. Yaşadığımız hayatı sevmeliyiz. Değer vermeliyiz yaşamda güzel olan ger şeye. Burada, bencilikten arınmanın ruhu koruyacak 21. yüzyıl reçetelerinden çok daha öteye gidilmesinden bahsediyorum. Bulunduğumuz konumdan memnun değilsek, önce kendinize dürüst olmalı sonra samimiyetinizden ödün vermeden mücadele etmeliyiz. Eksiklerimizi ve içimizdeki potansiyeli fark etmeliyiz. Geçmişte yaşadıklarımızın gölgesini üzerimizden çekip, ışık etmeliyiz yolumuza. Hatalardan ders çıkardığımız ölçüde kalbimizin olgunlaştığını, daha güçlü olacağımızı unutmamalıyız. Değişime, ne kadar açık olursak, kendimizi ne kadar çok geliştirirsek şimdiyle ve en önemlisi gerçekçi hayaller kurabilirsek, şimdiyle bağımız da o kadar güçlü olacaktır. Ve işte şimdi başlama cesareti gösterdiğimizde güzel bir geleceğe doğru yürüyeceğiz. Şimdiden korkmayın. Geçmişin yaralarını iyileştirin var gücünüzle. Yarına ertelemeyin yapacağınız güzellikleri.
Astrolog Zeynep TURAN
24.01.2019
Yazının her hakkı saklıdır.